Neyzen Tevfik

Neyzen Tevfik

HEKİM ÖLÜNCE
Merhum Neyzen Tevfik, gece gündüz içerdi. Bir gün doktar, rakıyı bırakmazsa öleceğini söylediğinden; bir süre mayna verip bunu herkese ilan etti.

Fakat çok geçmeden onu gene sarhoş gören bir dostu sordu:

-Yahu, hani içmeyecektin?.. Hani rakı sana men edilmiştir?…
-Evet ama, mani zail oldu.
– O da nesi?
– Rakıyı yasaklayan doktor öldü.

Hüseyin Rıfat’ın yazdığı bir hicviye, yalnız İstanbul’da değil, bütün memlekette dilden dile dolaşıyordu:

<<istanbul’a vali olan her gelenin Kimi dağdan, kimi kırdan geldi’>>

Ağız ve kulak rotatifiyle basılıp dağıtılan yukarıdaki mısraların sahibini herkes Neyzen Tevfik zannediyordu. Eski İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, hiç de ilgilenmesi gerekmeyen bu mısraların Neyzen Tevfik’e ait ve hedefin kendi şahsı olduğunu kabul edip biçarenin İstanbul Belediye Konservatuvarından aldığı 60 lira tahsisası kestirivermişti. Buna çok sinirlenen Neyzen Tevfik, doğru vilayete giderek valiyi görmek istemiş, fakat ilgililer buna izin vermeyeince Neyzen de sigara paketinin arkasına şu beyti yazarak valiye verilmesini istemişti:

Allah senin hamurunu necasetle yoğurmuş,
Anan seni s….ken yanlışlıkla doğurmuş!.

Neyzen’in 1920’lerde ve henüz kırk yaşlarındayken yazdığı rindane içlenişi;

Deli gönül neyi özler durursun Acınacak dostun cananın mı var? Dünya yansa yorganın yok içinde, harab olmuş evin, dükkanın mı var? Sana giren çıkan nedir be dürzü? Be Allah’ın nümunelik öküzü! Ben mi yuttum ondört bin okka düzü? Bekri Mustafa’dan dermanın mı var?

Çalarken. .

Soruyorlar:
–Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir.
Neyzen: ” Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım “. . .

Yol veririm

Meyhanenin tuvaletine giderken, daracık koridorda bir kabadayı ile karsılaşır. Birinden birinin kenara çekilmesi gerekmektedir.

Neyzen, ” Müsaade et, geçeyim ” der. Sarhoş kabadayı, “Sen kime kafa tutuyorsun babalık, ben senin gibi ciğeri iki para etmezlere yol vermem ” diye aksilenir. Bizimki hemen kenara

çekilir, ” Ben veririm ” der.

Herkesin Bildiğini

Basın çevrelerinde tanınmış bir hanim, Neyzen’le karsılaşınca,
–Aşkolsun, benim için aşifte filan gibi sözler söylemişsiniz?
Neyzen elini sinek kovalar gibi sallamış;
–Hanım, sen beni tanımıyorsun. Ben herkesin bildiği şeyleri söylemem.

Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır.
—Tonla parası var. . . Herifin bir eli yağda, bir eli balda. . . Nereye gitse, hemen yol açıyorlar.
Neyzen sorar :
–Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes?
—Çekiliyor
–Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar. . .

Yanlış Kapı

Üstad Neyzen Tevfik yine bulutluk hadiselerinden birini anlatıyordu: …….__ Anahtarı soktum…. Çeviririm, çeviririm, bir türlü açmaz…

……_ Arkadaşı sordu: ……_ Ya? Demek yanlış anahtar almışsın… Üstad Neyzen: ……_ Hayır, dedi. Kabahat anahtarda deği, kilitteymiş. Yanlış kilide sokmuşum!..

Hamam Sefası

Bir gün Neyzen arkadaşı çaycı Hacı ile İbrahim Pasa Hamamına gitmişlerdi. Keyif bu ya, hamamda âlem yapma arzusuna kapıldılar. Yani hamamda rakı içmek, birkaç gün ardı ardına demlenmek istediler. İki dost ufak bir damacanaya o devrin çok meşhur rakılarından olan ve Büyükada’daki manastırda bir papazin çektiği rakıdan– ki o yıllarda buna “papazin düzü” derlerdi– doldurttular. Bardak, kadeh, fincan alma lüzumunu görmediler. Hamam tasları ne güne duruyor? Rakıyı da kurnalardan birine döktüler, basına geçip taslarla içmeye başladılar. Neyzen çaldı, Hacı okudu. Hacı okudu, Neyzen çaldı. Böylece günü geçirdiler. Rakı tükenince etirttiler. Üçüncü gün pestemalları da attılar. Çırılçıplak, ney çalarak, okuyarak, şiir söyleyerek günü geçirdiler. Hamamın sıcaklığı da onları bol bol terletiyor ve bu yüzden içki tutmuyor, adamakıllı sarhoş olamıyorlardı. Ne yapmalı? Neyzen hemen kararını verdi, sırtına bir peştemal alarak sokağa fırladı. Direklerarasındaki Sokrat eczanesine koşarak büyük bir sişe eter aldı. Hamama dönünce eteri, rakıyı kurnaya döker. Başlarlar içmeye. . . Taslar çoktan kurnanın dibinde, rakının içinde, kim çıkaracak? Esasen tasa ne hacet var, beygir gibi eğilip içmek dururken??? Eğilip lakır lakır içerler. . .
Bu cümbüş dört gün sürer. Nasıl oluyorsa, iki kafadar Adem. Havva, Şeytan ve Cennet hakkında bir bahse, bir münakasaya giriyorlar. İki çıplak Adem’in cennette nasıl gezdiğini, elbisesini, donu olup olmadığını konuşuyorlar. Ve nihayet Adem’inde cennette kendileri gibi çıplak yasadığına hükmediyorlar. Mademki Adem Babamız çıplak gezerdi, onlar niçin gezmesin?”Gezerim, gezemezsin” derken Neyzen fırlayarak “Ben gezerim, iste Sehzadebaşı’na gidiyorum!” diyerek hamamın kapısından sokağa uğruyor. Neyzenin çıkamayacağına inanan Hacı, belki dışarda, soğuklukta gizlenmiştir düşüncesiyle Neyzen’in peşinden -kontrol kaygısıyla- çıkıyor. Fakat Neyzen’in sokağa çıktığını öğrenince, o da fırlıyor. Neyzen önde Hacı arkada, ikisi de çıplak, sakallar uzamış Sehzadebaşı’na kadar geliyorlar. “Dinleyen her zerreye bir hitabım var benim Kâinat isminde hiçten bir kitabim var benim. Ya hitabımdan okusun ya kitabımdan beni, Yazdığım efsanede on altı babım var benim! Hey’etimde müttefik magrible masrik, veche yok, Gayr-i mer’i zerrede bin aftâbim var benim`”

Tabutta yatardı

Hayri Yenigün anlatıyor: Bir gün Büyük Postane arkasında, Tefeyyüz kütüphanesinin karsısındaki İsmail’in koltuk meyhanesine uğrar Neyzen’in nerede yatıp kalktığını sorar. Meyhaneci İsmail: ” Burada, Hocapasa Camii’nin bir tabutluğu var, oraya gider. Bir tabutun kapağını kaldırır, içine girer, kapağı da üstüne çeker ve rahat rahat uyur. ”

Edep

Tanıdığı bir subayı ziyarete, kışlaya gider. Subayın ricası üzerine askerlere ney çalar. Sonunda aska gelip zeybek oynamaya durur. Pantolonun düğmelerini iliklemeyi unuttuğunu gören erlerden biri ” Efendi amca, edep yerin açıkta kalmış ” der. Neyzen oyunu kesip keserek ellerini kaldırarak Tanrı’ya seslenir: ” Çok şükür sana, nihayet karşıma edebim oldugunu söyleyen bir kulunu çikardin ”

Yiyip içmek için mi?

Neyzen, bir gün Mazhar Osman’la karsılaşır.
—içmeye devam ediyormuşsun, Neyzen?
—Neden sordunuz, Beni tedavimi edeceksiniz, yoksa yemeğe mi çağıracaksınız?

Benzetmede hata olmaz!
Kafayı iyice bulmuş, yalpalayarak giderken bir tanıdığa rastlar.
—Yazık dostum, yazık, canına hiç acımıyorsun. Bu gidişle sen fazla yasamazsın.
Neyzen adamın yüzüne bakıp gülümser.
—Ömür denilen, içi su dolu fıçıya benzer, içindeki, azar azar da kullansan, hepsini de boşaltsan, mutlaka biter.

Sise çekerken

Neyzen, bel ağrılarından yakınmaktadır. Tanıdık doktorlardan biri: “En iyisi sise çekmek” der, “ağrılardan kurtarır seni”
Ertesi gün bir dostu, Neyzen’i kaldırıma uzanmış, elinde rakı şişesini tepesine dikmiş şekilde görünce :
–Üstada, rakıyı bırakacağını söyleyip duruyordun, bakıyorum azaltacağına ölçüyü büsbütün kaçırmışsın.
Neyzen, dostunu yattığı yerden söyle bir süzer:
–Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum. Bel ağrılarından şikâyet ediyordum; doktor “sişe çek” dedi.

Evin yolu

Aksaray’da bir ev kiralar. Yeni taşındığı sıralar, geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir. Bir gece, karsısına çıkan bekçiye:
–Bekçi baba, Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor. Sen evini biliyormuşsun?
—Neyzen Tevfik sensin ama beyim!
—Ben sana kimim diye sormadım, Neyzen Tevfik’in evini sordum. . .

Ağzına içki koymamış!

Sait Halim Pasa, Neyzen’i seven bir kişiymiş. Bu yüzden ona izaz ve ikramda bulunurmuş. Paşanın sofrasında fena sarhoş olup sızdığı bir gecenin sabahında, pasa, Neyzen’den bir daha içki içmeyeceğine dair kesin söz istemiş. Neyzen’de, Paşayı son derece saygıyla sevdiği için, istenilen sözü ciddiyetle vermek zorunda kalmış. Bu söze göre Neyzen ağzına bir daha rakı koymayacak!
Bir dahaki çağrılısında Paşanın karsısına zil zurna sarhoş çıkmış. Pasa onun bu halini görünce esefle sormuş:
–Hani söz vermiştin? Bir daha ağzına içki koymayacaktın?
Neyzen, yemin ederek ağzına bir damla içki koymadığını söyleyince, pasa derin bir hayrete düşerek:
–İnanman, söyle yakın gel de bana bir “ah hoh” de, bakalım.
Neyzen iyice sokulup. Paşanın burnuna, olanca gücünle bir “ah hoh” demiş. Lâkin hayret, gerçekten de Neyzen’in ağzı içki kokmuyor! Pasa şaşkın, şaşkın:
–Bu nasıl is Neyzen? Deyince, Neyzen onu kahkahadan kırdıran cevabı veriyor:
–Sen kokusunu alıp da anlamayasın diye içkiyi altımdan tenkiye ettirdim. İnsan biraz kendine hükmedip de aldığını çıkarmazsa, iste böyle, tıpkı yukarıdan içmişçesine mest oluyor paşam!
–Bu nasıl is Neyzen? Deyince, Neyzen onu kahkahadan kırdıran cevabi veriyor:
–Sen kokusunu alıp da anlamayasın diye içkiyi altımdan tenkiye ettirdim. İnsan biraz kendine hükmedip de aldığını çıkarmazsa, iste böyle, tıpkı yukarıdan içmişçesine mest oluyor paşam!

Kırk yıllık ölü

Dr. Fahrettin Kerim Gökay “içkinin zararları” konulu konferansını vermektedir. Bir ara:
–rakının her kadehi, hayatimizi bir saat kısaltır, der.
Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır:
–Eyvah, yandık!
—Hayrola?
—Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş!

Gelin gibi. . .

Son hızla giden taksinin şoförüne sesleniyor:
–Aman oğlum, n’olur biraz yavaşla.
—Merak etme baba, biz bu taksiyle gelin taşıyoruz.
—Desene biz de düzülecekler arasındayız!

Meyhaneye girmeden. . .

Es dostunun ısrarı karsısında, bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder. Bir kaç gün sonra, vaat-i kerahet (demlenme zamanı) zamanı gelince dayanamaz. Bir at kiralayıp soluğu Longa’da Kasti’nin meyhanesinde alır. Attan inmeden, kapıdan seslenip içkisini getirtir. Meyhanedeki tanıdıkları seslenirler:
–Hoca, böyle at üstünde içki içilirmi? Hele atını bağla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.
—Yoğ, gelemem yanınıza. Meyhaneye girmeye tövbeliyim!

Adam yerine koymuyorlar. . .

Hüseyin Sehsuvar anlatıyor:” . . . Küfürlere başladı. Sonra başını sola çevirip bana döndü:
–Hüseyin, ben önüme gelene sövüyorum.
—Söversin,
–Bana bir şey yapmıyorlar?
—Ne yapacaklar?
—Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar?

Parasız bilete karşılık

Kadıköy’deki Opera sinemasında bir hayır kurumu yararına konser verilmekteydi. Konsere ara verilince Neyzen eline bir şapka alarak sıraları dolaşır, para toplar. Sahneye çıkar; şapkada toplanan büyük miktardaki parayı oradaki masanın üzerine boşaltır. Dinleyicilere döner:
–Muhterem topluluk, her biriniz bu konsere bilet parası ödeyerek geldiniz. Yalnız ben davetliydim, para ödemedim. Su masanın üstündeki, tarafımdan toplanmış paraları, bana verilen biletin karşılığı olarak hayır kurumuna bırakıyorum. .

Geri gelmeyeceklerse?

Birinci Dünya Savası yılları. Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladığı bir kafile, askerlik şubesine gitmek üzere yola koyuluyor. Kaldırımlarda biriken halk gidenleri uğurluyor:
–Allah selamet versin, Allah selamet versin.
Yemen, Çanakkale, Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katılıyor:
–Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin!

Yüz karası!

Kadıköy’de Aksaraylı Hamdinin gazinosunda bir yandan demlenir, bir yandan ney çalarken, yanına bir boyacı çocuk yanaşır.
—Amca, boyayım mı?
Neyzen yerinde kalkar, para çıkarıp çocuğa verdikten sonra yere sırtüstü uzanır:
–Gel, yüzümü boya.
Yüzü boyanınca, Kadıköy’deki başka bir meyhaneye, Papazin Bağı’na gider. Papazin Bağını mekân tutmuş olan Ahmet Rasim, onu görünce:
–Ne bu hal Neyzen? Kuşdili Tiyatrosunda “Araban Intikamınımı oynadın?
Neyzen güler:
–Merhamet insanın yüzünü bazen kara çıkarır.
Boyacıya acıdığını söyleyip olayı anlattıktan sonra ekler:
–Kâinata bir de bu heybette görüneyim, dedim. Allah’a şükür ki böyle bir yüz karam oldu. Ya çıkmazına boyansaydım?

Hangi Anahtar?

Dini bütün geçinen bir dostu sorar:
–Beni tanırsın. . . Cennetin anahtarı sende olsa beni oraya almaz mıydın?
Neyzen, karsısındakini bastan ayağa söyle bir süzdükten sonra gülümser:
–Bende Cennetin değil de Cehennemin anahtarı olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu. Belki seni oradan çıkarırdım!

Delilik ayrıcalığı. . .

Sirkeci’de Necdet Rüştü Efe ile karsılaşır. Ayaküstü konuşurlarken Neyzen, cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün diktatörlüğünden söz etmeye baslar. Necdet Rüştü, dönemin her tasın altından çıkan polislerinden birinin köse basında durup kendilerine kulak kabarttığını görünce tedirgin olur, kısa kesmeye çalışır. O sırada polis bıyık altından gülümseyerek yanlarından uzaklaşır. Olup bitenler Neyzen’in gözlerinden kaçmamıştır.
—Polisten korktun değil mi? Bana bir şey yapamaz, çünkü ben deliyim. Bu yüzden dokunulmazlığım var. Fakat bu delilik imtiyazını kazanıp içimi rahat dökebilmek için neler çektim, bilemezsin.

İki kilo Rakı..

Yüksel Bas tunç, “bu fıkra ne kadar doğrudur, bilinemiyor” diye yazıyor: “Atatürk bir aksam Neyzen’i Florya’daki köşküne çağırtıyor. Bir iddiası vardır:
–Senin çok fazla içki içtiğini söylüyorlar. Benim kadar içermişin?
—Ne kadar içersiniz? Der Neyzen
–iki tane kiloluk rakı içerim.
M. Kemal kelimelere basa bu sözleri söylemiştir. Neyzen’in gözünü korkutmak istemiştir. “Canım ne isterse, susuz, mezesiz” diye devam eder.
Neyzen: “Bende iki kilo içerim ama öyle içmem. Kâse geliyor, iki kiloluk rakıyı Neyzen kâseye boşaltıyor. Diğerleri Neyzen’in basını kâseye daldırıp lakır lakır rakıyı içeceğini zannediyorlar. Fakat Neyzenin isi bitmemiştir. Bir somun ekmek bir de irice bir kasık geliyor. Neyzen ekmeği lokma koparıp kâsedeki rakıya bastırıyor. Lokmalar rakıyı iyice çekince, Neyzen çalakaşık yanaşıyor bu bade trişine.
Yine anlatılanlara göre; M. Kemal, ” Pes, pes ” diye bağırarak ayağa kalkmış ve elleriyle yüzünü kapatmış. . .

Şimdiden belli!

Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy’deki yalısına davet eder. Yenilip içildikten, Neyzenin Ney’i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen’e pırlanta islemeli essiz bir ney armağan eder.
Bizimki neyi eline alıp inceler ve Paşa’ya geri verir.
—Hayrola üstat beğenmedin mi?
–Çok beğendim
–Peki neden almıyorsun?
—Ben yolsuz kalınca bu neyi satarım, yazık olur. İyisi mi sen bana beş Lira ver, bu ney sende dursun. . .

Yüzü gülmez. . .

Sert, kavgacı, geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey’le karsılaşır. Tahsin Bey:
–Bugün hanimi dişçiye götürecegim. Dün gülerken gördüm, ön dişlerinden ikisi çürümüş.
—Yalan söylüyorsun
–Neden yalan söyleyecekmişim?
—Seninle yasayan insanin yüzü gülerci hiç?

Fasulyeye benziyor

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar. Karsılaştıklarında, Neyzen:
–Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.
—Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?
—İste bende onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak büyür.

Padişahçılık

Abdülhamit döneminde, sarıklıların kahvehanelerde oturmaları yasaklanmış. Neyzen, Fevziye kıraathanesinde basında sarık nargile içerken içeriye bir kaç polis, bir kaç komiser, bir kaç hafiye girer. Baslarında da Meşihat (Şeyhülislamlık) müfettişi. . .
Neyzen’i karakola götürmek isterlerse de bizimki yerinden kımıldamaz. Bir yandan da o ünlü küfürlerinin hiç gün yüzü görmemişlerini birbiri ardınca sıralamaktadır.
Cadde ana baba gününe döner. Seyre gelen gelene. . . Başka hafiye ve polisler de ortaya çıkar; hep birlikte Neyzen’in kollarına yapışarak sürüklemeye kalkışırlar. Neyzen bir ara ellerinden sıyrılıp bir masanın üzerine çıkar, caddeye dönüp avazı çıktığı kadar bağırır: ” Padişahîm çok yasa, Şevketinle bin yasa ! ”
Müfettiş, komiserler, polisler çil yavrusu gibi dağılırlar. Neyzen masadan inip nargilesinden bir nefes çektikten sonra kendi kendine ” Ulaaan, amma da enayi şeylermiş ha! ” der.

Hangisini içer

Yesilayci bir profesör, “içkinin zararlari” konulu bir konferans veriyormus. Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus:
” iki kovadan birine raki diğerine su doldurup bunlari bir eşegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba ” Dinleyiciler hep bir ağızdan ” Suyu ” demisler. ” Neden suyu içer” demis Profesör, Neyzen hemen atilmis ” Eşekliğinden ”
Ahmet Rasim milletvekilliği döneminde bu espriyi Mustafa Kemal’e anlatmış. M. Kemal bunu çok beğenmiş.
Atatürk beraberindekilerle bir aksam çiftliğinde içerken, az ötede dolasan bir köylü çocuğunu yanına çağırarak sormuş :
–Biz ne yapıyoruz?
—Rakı içiyorsunuz.
—Söyle bakalım, iki kovadan birine rakı diğerine su doldursak, bunları eşeğin önüne koysak, eşek hangisini içer?
—Rakıyı!
—Aman, demiş, sebebini sormayalım!

Nasıl görüyor?

Birinci dünya savaşında iki gözünü kaybeden bir tanıdığıyla söyleşmektedir. Tanıdığı sorar:
–Durumu nasıl görüyorsun Tevfik’ciğim? Neyzen “karanlık” diyecekken vazgeçer,
–Sizin gördüğünüz gibi, diye cevap verir.
Kime uygunsa. . .

Moralinin bozuk olduğu bir gün, hoşlanmadığı bir adam masasına çöker ve münasebetsiz laflarla Neyzeni kızdırır. Adam bir ara;
–Üstada, bugüne kadar hiçbir yerde neden görev almadınız acaba ? Diye sorunca, dayanamaz!
—Senin gibi hımbılların yerine geçmemek için der.

Bulunur ama?
Neyzen’in bir arkadaşı meyhaneye girer ve garsona sorar ;
–Bizim Neyzen burada mı?
–Burada beyim, Sağdan besinci masa.
O masada Neyzen’i göremeyen adam geri döner:
–Gitmiş. . .
—Affedersiniz beyim, kabahat bende. Masanın altına bakin dememiştim, size. . .

Kovmanın nazikçisi

Bir arkadaşıyla Beyoğlu’nda gezerken Übeydullah Efendiyle karsılaşırlar. (Übeydullah Efendi, ünlü Jön Türker’dendi. Son yıllarda Beşiktaş Evlendirme Memuruydu) Neyzen, Übeydullah Efendiye sorar:
–Hocam, Hazreti Adem’le Hazreti Havva’nın nikâhlarını hangi imam kiydi?
—Davetliler arasında değildim, bilmiyorum.
—Peki, Adam’la Havva cennetten niye kovuldular?
—Bir münasebetsizlik etmişlerdir.
—Ne gibi?
Übeydullah Efendi dayanamaz:
–Sizin bu aksam yaptığınız gibi.
—Peki, acaba nasıl kovuldular?
—Defol. . . Yoksa sana haddini bildiririm simdi!
Neyzen, ardından bastonunu sallayarak kosan Übeydullah Efendi ile arayı açtıktan sonra durup seslenmiş:
–Böyle nazikçe kovmasını biliyordun da, benimle ne diye bir saat uğraştın üstada?

Ne arasın tanrı ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne!
Yoksa sana bir zararı, içerim.
İkimizde gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür? İbadet
Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et. . .
Senin gibi Dürzîlerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.

İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk’e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.